14 Ocak 2021 Perşembe

ALAK 1-5








1.      oku/çağır! Yaratan Rabbinin adıyla      
2.     İnsanı, embriyodan/ilişip yapışan bir sudan/sevgi ve ilgiden(alakadan)/husûmetten yarattı.    
3.     Oku! Rabbin Ekrem'dir/en büyük cömertliğin sahibidir.    
4.     O'dur kalemle öğreten!    
5.     İnsana bilmediğini öğretti. 


oku/çağır! Yaratan Rabbinin adıyla 
Yaratan? ;  
İnsanı, embriyodan/ilişip yapışan bir sudan/sevgi ve ilgiden/husûmetten yarattı.   
Yaratan Rabbin? ;
Ekremdir/en büyük cömertliğin sahibidir 
Ekrem Rabbin? ; 
O'dur kalemle öğreten 
Öğreten? ;
İnsana bilmediğini öğretti 
Neyi öğretti? ;
Okumayı/Bakmayı ; Yaratan Rabbinin adıyla Okumayı/Bakmayı
Bakınca neyi görmeliyim? ;
Rabbin Ekremdir/Rabbin cömerttir
İnsana bilmediğini kalemle öğreten O'dur


IkRA bismi RAbbikelle halak
Halakal insâne min alak
IkRA ve RAbbukel ekREm
Ellezî allembil kalem
Allemel inne  lem yalem.


SESDEŞLİKLER
ıkRA RABbikellezi ıkRA RABbukel ekREM                   (R+ünlü)
bisMİ  MİN ekrealleMe kalealleMe Ma yaleM        (ünlü+M+ünlü)
İNsane MİN İNsane                                                             (ünlü+N)
HALak ALak rabbukEL ELlezi ALleme BİL KALem ALlemEL MA Lem YALem    (ünlü+L)
IKra rabbİKellezi hALAK hALAK ALAK IKra rabbUKellezi EKrem                          (ünlü+K)




I. Taberî’nin Alak Suresi 96/1–5. Ayetlerin Tefsirinde Yer Verdiği Rivayetler 

1.Rivayet: (Taberî_) Ahmed b. ‘Osman el-Basrî3 _Vehb b. Cerîr4 _babası (Cerîr)5 _Nu‘mân b. Râşid6 _Zuhrî7 _‘Urve8 _Hz. ‘Âişe (58/678). Hz. ‘Âişe (ra.) şöyle anlatmıştır: 

“Rasulullah’ın (sav.) ilk vahiy almaya başlaması sadık rüya şeklinde idi. Bu (rüya), sabahın aydınlığı gibi ortaya çıkardı/gerçekleşirdi.
Sonraları ona yalnızlık sevdirildi. (Rasulullah) Hırâ Mağarası’nda inzivaya çekilir, ailesinin yanına dönmeden (gün ve) gecelerini ibadetle geçirirdi. Yine bir o kadar zaman (orada kalmak) için azık temin etmek üzere ailesinin yanına dönerdi.
Hak (Cibril) ona ansızın görününceye kadar bu böyle devam etti.

(Cibril) ona geldi ve “Ey Muhammed! Sen Allah’ın Rasulüsün/Peygamberisin.” dedi. Rasulullah (sav.) (sonrasında olanları) şöyle anlatıyor: “Ayaktayken dizlerimin üzerine yığıldım, şaşkınlık içinde titremeye başladım, sonra Hatice’nin yanına vardım ve “Beni örtün, beni örtün.” dedim. Bu durum korkum geçinceye kadar sürdü.
Daha sonra (Cibril yanıma tekrar) geldi ve “Ey Muhammed! Ben Cibril’im, sen de Allah’ın Rasulüsün.” dedi. Hz. Peygamber diyor ki: “Kendimi bir dağın üzerinden atmayı tasarladım. Ben tam bunları tasarlarken (tekrar) bana göründü ve ‘Ey Muhammed! Ben Cibril’im, sen de Allah’ın Resulüsün.’ dedi.
Sonra ‘Oku (ikra’).’9 dedi,
‘Ne okuyayım?’10 dedim.
Beni tuttu ve üç defa gücüm kalmayıncaya kadar sıktı. Sonra da
“Yaratan Rabbinin adıyla oku.” dedi,
ben de okudum. Hatice’ye geldim ve “kendimden endişeleniyorum” dedim, ona başımdan geçenleri anlattım.
“Müjdeler olsun, Allah’a yemin ederim ki, kesinlikle Allah seni utandırmaz. Yemin ederim ki sen akraba ile iletişimini sağlam tutarsın, doğru söylersin, emaneti iade edersin, (işlerini görmekten aciz olanlara yardım etmek suretiyle onların) yorgunluğu(nu) üstlenirsin, misafiri ağırlarsın, hak yolunda çile çekenlere yardım edersin.” dedi.
Sonra beni Varaka b. Nevfel b. Esed’e11 götürdü.
(Ona:) “Kardeşinin oğlunu dinle.” dedi. (Varaka) bana sordu, (ben de) başımdan geçenleri anlattım.
“Bu, Musa’ya (as.) gelen Namus’tur (Cibril’dir). Keşke genç olsaydım. Keşke kavmin seni (yurdundan) sürgün ettiklerinde sağ olsam.” dedi.
“Beni sürgün mü edecekler?” dedim. “Evet, kendisine (peygamberlik) gelmesinden dolayı düşmanlık edilmeyen hiçbir kimse olmamıştır. Eğer o zamana ulaşırsam sana destek olmak suretiyle yardımcı olurum.” dedi.
(Hz. Peygamber (sav.) şöyle devam etti:) “İkra’dan sonra bana Kur’ân’dan ilk nazil olanlar: ‘Nûn, kaleme ve yazdıklarına yemin olsun ki sen Rabbinin nimeti yüzünden mecnun olmadın. Mutlaka senin için bitip tükenmeyen bir mükâfat vardır. Ve sen elbette yüce bir ahlak üzeresin. Yakında göreceksin, onlar da görecekler.’12
‘Ey bürünmüş olan, kalk da uyar.’ 13
‘Kuşluk vaktine ve sükûna erdiğinde geceye yemin ederim.’ 14 (ayetleridir.)” 15

2. Rivayet: (Taberî_) Yûnus16_İbn Vehb17_Yûnus18_İbn Şihâb_‘Urve_ Hz. ‘Âişe. Hz. ‘Âişe, (İkra’dan sonra nazil olanlara yer verildiği) “ ...sonra Kur’ân’dan ilk nazil olan şu idi.” ile başlayan ve sonuna kadar devam eden kısım hariç, (yukarıdaki birinci rivayetin) bir benzerini anlatmıştır.19 
3. Rivayet: (Taberî_) İbn Ebî’ş-Şevârib20_‘Abdulvâhid21 _Suleymân eşŞeybânî22_‘Abdullâh b. Şeddâd23. (‘Abdullâh b. Şeddâd:) “Cibril (as.) Hz. Muhammed’e (sav.) geldi. ‘Ey Muhammed, oku.’ dedi. Hz. Peygamber ‘Ne okuyayım?’ dedi. (Cibril) onu kucakladı (bağrına bastı). Cibril ‘Ey Muhammed, oku.’ dedi. Hz. Peygamber ‘Ne okuyayım?’ deyince de (Cibril) ‘Yaratan Rabbinin adıyla oku.’ (ile başlayan ayetleri) ‘İnsana bilmediğini öğretti.’24 ayetine kadar tebliğ etti. Râvi diyor ki: “(Hz. Peygamber) Hz. Hatice’ye geldi ve ‘Hatice, sanırım bana cin musallat25 oldu.’ dedi. Hatice ise: ‘Olamaz, Allah’a yemin ederim ki Rabbin bunu sana yapmaz. Sen hiçbir kötülük yapmadın ki.’ dedi. Hatice Varaka’ya gitti, olayı anlattı. Varaka: ‘Doğru söylüyorsan kocan kesinlikle peygamberdir ve mutlaka kendi milletinden şiddete maruz kalacaktır. Ben o zamana erersem kesinkes ona iman ederim.’ dedi.” Râvi diyor ki: “Daha sonra Cibril (as.) (Hz. Peygamber’e bir süre) gelmedi. Hz. Hatice’nin Hz. Peygamber’e ‘Bence Rabbin mutlaka sana darıldı.’ demesi üzerine Allah, ‘Duhâ’ya ve sükûna erdiğinde geceye yemin ederim ki Rabbin seni bırakmadı ve sana darılmadı.’26 (ayetlerini) indirdi.”27 4.Rivayet: (Taberî_) İbrâhîm b. Sa‘îd el-Cevherî28_Sufyân29_ Zuhrî_‘Urve_Hz. ‘Âişe. (Ayrıca bu rivayetin) İbrâhîm_Sufyân_İbn İshâk30 (şeklinde başlayan bir isnadı da vardır.) “Kur’an’dan ilk inzal olan (ayetler) ‘Yaratan Rabbinin adıyla oku.’dur.31 
5.Rivayet: (Taberî_) ‘Abdurrahmân b. Bişr b. el-Hakem en-Neysâbûrî32_ Sufyân_Muhammed b. İshâk_Zuhrî_‘Urve_Hz.‘Âişe. Hz.‘Âişe’den: “Kur’an’ın ilk nazil olan suresi ‘Rabbinin adıyla oku.’(ayeti ile başlayan suredir).”33 
6.Rivayet: (Taberî_) İbnu’l-Musennâ34_İbn Ebî ‘Adiyy35_Şu‘be36_‘Amr b. Dînâr37_‘Ubeyd b. ‘Umeyr38. ‘Ubeyd b. ‘Umeyr: “Allah’ın Resulü Muhammed’e (sav.) nazil olan ilk sure ‘Yaratan Rabbinin adıyla oku.’ (ayeti ile başlayan suredir).”39 
7.Rivayet: (Taberî_) [?]40‘Abdurrahmân b. Mehdî41_Şu‘be_‘Amr b. Dînâr_‘Ubeyd b. ‘Umeyr’den yukarıdaki (rivayette yer alan) metnin bir benzerini işittiğini ifade etti. 42 
8.Rivayet: (Taberî_) Hallâd b. Eslem43_Nadr b. Şumeyl44_Kurra45_Ebû Racâ’ el-‘Utâridî.46 Ebû Racâ’ el-‘Utâridî dedi ki: “Büyük bir mescitte idik. Ebû Mûsâ el-Eş‘arî47 bize (Kur’an) okutuyordu. İki parça beyaz elbisesinin altında onu hala görür gibiyim. Ebû Racâ’ dedi ki: “ ‘Yaratan Rabbinin adıyla oku.’ (ile başlayan) bu sureyi ondan aldım. Hz. Muhammed’e nazil olan ilk suredir.”48
9.Rivayet: (Taberî_) İbn Humeyd49_Seleme50_Muhammed b. İshâk51_ Akranlarından / arkadaşlarından biri_‘Atâ’ b. Yesâr.52 ‘Atâ’ b. Yesâr demiştir ki: “Kur’an’ın nazil olan ilk suresi ‘Rabbinin adıyla oku.’ (ile başlayan suredir).”53 
10. Rivayet: (Taberî_) İbn Beşşâr54_Yahyâ55 ve ‘Abdurrahmân b. Mehdî56_ Sufyân57_İbn Ebî Necîh58_Mucâhid.59 Mucâhid demiştir ki: “İlk nazil olan Kur’an (metni) ‘Rabbinin adıyla oku.’dur. İbn Mehdî, (rivayetinde) “Nûn ve’l-Kalem.”60 ilavesi yapmıştır.61 
11.Rivayet: (Taberî_) Ebû Kureyb62_Vekî‘63_Şu‘be_‘Amr b. Dînâr_‘Ubeyd b. ‘Umeyr. (Râvi,) ‘Ubeyd b. ‘Umeyr’in şöyle dediğini rivayet eder. “İlk nazil olan Kur’an (ayetleri) ‘Yaratan Rabbinin adıyla oku.’dur.”64 
12.Rivayet: (Taberî_) [?] Vekî‘_Kurra b. Hâlid_Ebû Racâ el-‘Utâridî. Ebû Racâ el-‘Utâridî şöyle der: “(Şu anda sanki) –üzerinde iki (kat) beyaz elbiseyle– Basra Mescidi’nde Kur’an okuyan Ebû Mûsâ’ya bakıyorum. Ben ‘Yaratan Rabbinin adıyla oku.’ (ayetini) ondan aldım. Bu, Hz. Muhammed’e (sav.) indirilmiş ilk suredir.” 65 
13.Rivayet: (Taberî_) [?_] Vekî‘_Sufyân66_İbn Ebî Necîh_Mucâhid. Mucâhid şöyle demiştir: “Nazil olan ilk sure ‘Yaratan Rabbının adıyla oku.’dur. Sonra “Nûn, ve’l-Kalem’dir.”67 14.Rivayet: (Taberî_) İbn Humeyd68_Mihrân69_Sufyân_İbn Ebî Necîh_ Mucâhid. (Bir önceki metnin) aynısı (bu senetle de) rivayet olunmuştur.70

FAHREDDİN RAZİ TEFSİRİ

"Yaratan Rabbinin adıyla oku. O insanı bir "alaka"dan yarattı".

Bâ Harf-i Cerrinin Manası

Bil ki ayetteki, “Bi'smi Rabbike” ifadesinin başındaki "bâ" harf-i cerri hakkında şu iki görüş ileri sürülmüştür:

Birinci Görüş: Ebû Ubeyde, bunun zaid olduğunu ve mananın "Rabbinin adını oku" şeklinde olduğunu söylemiştir. Nitekim şair Aktal de "Onlar asil ve iffetli kadınlardır; siyah gözlü ve örtülere büründükleri halde sûreler okumayan cariyeler değil" demiştir.

"Rabbinin adını oku" ifadesi ise, "Rabbinin ismini an, zikret" manasınadır. Bu görüş şu sebeplerden ötürü zayıftır:

1) Eğer bunun manası, "Rabbinin ismini an" olsaydı, o zaman Hazret-i Peygamber (sallallahü aleyhi ve sellem)'in, buna karşılık, "Ben okuma bilmiyorum" demesi güzel ve yerinde olmazdı. Çünkü buna göre bu söz, "Ben Rabbimin ismini anmayacağım" manasına olurdu.

2) Bu manada, bu şekilde bir emir, Hazret-i Peygamber (sallallahü aleyhi ve sellem)'e uygun düşmez. Çünkü Hazret-i Peygamber (sallallahü aleyhi ve sellem)'in, zaten Allah'ın zikrinden başka işi yoktur. Binâenaleyh Cenâb-ı Hakk'ın ona, hep meşgul olduğu şeyle meşgul olmasını emretmesi, nasıl uygun olurdu.

3) Böyle değerlendirmede hiçbir fayda elde etmeksizin bâ harfini zayi etmek vardır.

İkinci Görüş: Ayetteki, "oku" ifadesi ile, "Kur'ân oku" manası kastedilmiştir. Çünkü "okuma" (kıraat), ancak Kur'ân hakkında kullanılır. Nitekim Hak teâlâ"Biz onu okuduğumuz zaman, onun kıraatine" (Kıyame, 75/18) ve "Kur'ân'ı parça parça indirdik ki sen onu insanlara yavaş yavaş kıraat edesin, okuyasın" (İsra, 17/106) buyurmuştur.

Rabbin Adı

Ayetteki, “Bi'smi Rabbike” "Rabbinin adıyla..." ifadesi hususunda şu izahlar yapılabilir:

1) Bu ifade, "hâl" olarak, mahallen mansubtur. Buna göre takdir, "Rabbinin adıyla başlayarak, Kur'ân oku" şeklinde olur. Bu da, "Önce besmele çek, sonra oku" demektir. Mananın böyle oluşuna göre bunda, her sûrenin çekileceğine ve bunun bir emir olduğuna bir delalet vardır. Yine bunda, besmele çekmenin ve onunla başlamanın vacib (farz) olmadığını söyleyenlere de birr reddiye-cevap vardır.

2) Bu ifade, "Rabbinin adıyla meded (yardım) umarak, Kur'ân oku" manasındadır. Buna göre Cenâb-ı Hak, sanki ismini, kişinin dine ve dünyaya dair yapmak istediği şeyler hususunda bir alet kılmış gibidir. Bunun bir benzeri de, “Ketebtu bi'l-kalemi” (Kalemle yazdım) cümlesidir. Velhasıl Hak teâlâ, "oku" deyip, Hazret-i Peygamber (sallallahü aleyhi ve sellem) de "Ben okuma bilmem" deyince, Cenâb-ı Hak, "Yaratan Rabbinin adıyla oku" yani, Rabbinin isminden medet um ve o ismi, sana zor gelen bu işi başarmak için bir vasıta kıl" demışiir."

3) Ayetteki bu ifade, "Bu fiili sırf Allah için, Allah rızası için yap" manasınadır ve tıpkı senin, "Bu evi, padişah adına yaptım. Bu kitabı da, vezir adına yazdım" demen gibidir. Çünkü ibadet, sırf Allah için yapıldığı zaman, şeytan, Allah için olan şeyde, tasarruf etmeye nasıl cüret edebelir? Buna göre şayet "Bu mana, mesela "Yemeğe başlamadan ve her mubah işe girişmeden önce besmele çekilir" şeklindeki söz hakkında nasıl caiz olabilir?" denilirse, biz deriz ki, burada şu iki izah yapılabilir:

1) Bu, mecazi bir nisbet olup, senin tıpkı, böylece zalimlerin zulmünü bertaraf edebilmen için yaptığın işleri, bazı büyük zatlara nisbet etmen gibidir. Burda da sen, şeytanın sana ortak olması hususundaki arzu ve isteğini sona erdirmek için, yaptığın işleri Allah'a nisbet etmen söz konusudur. Nitekim şu şekilde rivayet edilmiştir: "Yemeğe başlarken besmele çekmeyen kimselere, o yiyecek hususunda, şeytan ortak olur..."

2) Çoğu kez, bu mubah olan şey ile, Allah'ın taatları için güç ve kuvvet bulmaya yol aranılır. Böylece de bu mubah iş, bir taate dönüşmüş olur. İşte bu sebeple de, burada böyle bir tevil yapılabilir.

Rabb İsmindeki İncelik

Ayetteki, “Rabbike” ifadesine gelince, burada şöyle iki soru sorulabilir:

Birinci Soru: "Rabb" fiili sıfatlardan; "Allah" ise, zati isimlerdendir. Halbuki, zati isimler, fiili isimlerden daha kıymetlidir. Bir de biz, "Allah" isminin, "Rabb" isminden daha yüce ve kıymetli olduğunu pek çok deliller ile delillendirdik. Ama, Cenâb-ı Hak burada, buyurmuş, maruf besmelede dediği gibi "Allah'ın adıyla oku..." dememiştir (niçin)?

Cevap: Allahü teâlâ böyle buyurmakla ibadeti ve zati sıfatlarını tanımayı emretmiştir. Halbuki zat ismi, herhangi bir şeyi gerektirmez. Kulluğu gerektiren şey, fiili sıfatlardır. Böylece, "Rabb" ismi, taata daha fazla teşvikkâr olmuş olur.

Ayrıca, bu sûre, Hazret-i Peygamber (sallallahü aleyhi ve sellem)'in korktuğu dönemde kendisine nazil olan ilk sûrelerdendir. Binâenaleyh, kendisinden bu korkunun zail olması için, ona bu yumuşak ifade ile hitap etmiş ve adeta "O seni, eğitendir, yavaş yavaş kemale erdirendir. Daha nasıl O, seni korkutsun?.." demek istemiştir. Böylece bu metod, şu iki şeyi ifade etmektedir:

1) "Seni, ben eğittim. Dolayısıyla, sana ifa (karşılığı) gerekir. Bu sebeple sen tembel duramazsın..." demen.

2) "Bir işe başlamak, o işi tamamlamayı gerektirir. Ben seni, şunca zamandan beri eğitiyorum. O halde, daha seni nasıl zayi ederim ki?.." Yani, "Sen, bir " 'alak" iken de, senin terbiyeni, seni eğitmeyi, büyütmeyi terketmedim. Binâenaleyh sen, muvahhid, beni tanıyan nefis ve harikulade bir mahluk haline geldikten sonra da, ben seni nasıl zayi edebilirim?" demektir.

Rububiyyetin Hazret-i Peygamber (sallallahü aleyhi ve sellem)'e İzafeti

İkinci Soru: Cenâb-ı Hakk'ın, Kendi zâtını, Hazret-i Peygamber (sallallahü aleyhi ve sellem)'e nisbet ederek (muzaf kılarak), “Bi'smi Rabbike” "Rabbinin adıyla..." deyişindeki hikmet nedir?

Cevap: Cenâb-ı Hak, burada olduğu gibi bazan, zatını ona, rububiyyet ile, bazan da, ubûdiyyet ile nisbet etmiş ve meselâ ubudiyyet hususunda "... Kulunu geceleyin yürüttü..." (İsrâ, 17/1) buyurmuştur. Ki, bunun bir benzeri de, Hazret-i Peygamber (sallallahü aleyhi ve sellem)'in, "Ali, bendendir; ben de ondan..." Kenzû'l-Ummal, 11/32941. ifadesidir. Buna göre Cenâb-ı Hak onun içinim..." demek istemiştir. Ki, Cenâb-ı Hakk'ın, "Kim Resule itaat ederse, muhakkak ki Allah'a itaat etmiş olur" (Nisa, 4/81) ayeti de bunu ifade eder.

Yahut da şöyle diyebiliriz: Cenâb-ı Hakk'ın, zatını kuluna nisbet etmesi, kulunu Kendisine nisbet edişinden daha güzeldir. Çünkü, görünür alemde, iki oğlu olan bir kimsenin, en küçüğü değil de, ona en büyüğünün faydalı olacağı bilinen bir husustur. Kendisinden fayda gördüğü için, "Benim oğlum sadece budur" diyebilir. İşte aynen bunun gibi, Rab Teâlâ da, "Fayda ve menfaatler Ben'den sana gelip ulaşmaktadır. Ama şu ana kadar, senden bana ne bir hizmet nede bir taat ulaşmış değildir. İşte şimdi ben, "Ben senin içinim..." diyorum, fakat, "Sen benim içinsin..." demiyorum; ama, senden istediğim taatı veya tevbeyi ifa edip, yaparsan, ben seni kendime nisbet ederek, "Kuluna kitabı indiren Allah'a hamdolsun..." (Kehf, 18/1) ve "Ey, kendilerine zulmeden kullarım..." (Zumer, 39/93) dedim..." demiştir.

Halk Fiilinin Getirilmesindeki İncelik

Üçüncü Soru: Beni Cenâb-ı Hak, “Rabbike” ifâdesinin hemen peşinden “Ellezi haleka” "ki yaratan..." ifadesini niçin getirmiştir?

Cevap: Kul, adeta "Senin, benim Rabbim oluşunun delili nedir?" demiş de, Cenâb-ı Hak da, "Sen, zatınla, sıfatlarınla yok idin... (Mu'dûm idin). Ama, daha sonra mevcut olup var oldun. Binâenaleyh, hem zatın hem de sıfatların hususunda, senin bir yaratıcının bulunması gerekir. Bu yaratma ve var etme ise terbiyedir. Böylece bu, Benim, senin Rabbin olduğuma; senin de benim "merbubum (yarattığım ve büyüttüğüm kulum)" olduğuna delalet etmektedir" buyurmuştur.

İnsanın Alakdan Yaratılışı

Cenâb-ı Hakk'ın "Yaratan... O insanı bir " 'alaka"dan yarattı" ifadesine gelince, bu ifadeyle ilgili birkaç mesele vardır:

Ayetin Açıklaması

Bu ayetin ne demek olduğu hususunda, şu üç izah yapılabilir:

1) Ayetteki, “Ellezi haleka” ifadesine herhangi bir mef'ûlün takdir edilmemesi... Buna göre mana, "O, yaratma işinin, Kendisinden sudur ettiği ve bu işi sadece Kendisine tahsis ettiği, dolayısıyla da, O'nun dışında herhangi bir yaratıcının olmadığı bir zattır" şeklinde olur.

2) Bu ifadeye bir mef'ûlün takdir edilmesi; buna göre mana, "O, her şeyi yaratandır..." şeklinde olur. Böylece de bu ifade, mutlak olduğu için, mahluk olan her şeyi içine almış olur. Çünkü, ayetin bu ifadesini, mahlûkatın bir kısmına hamletmek, diğer kısmına hamletmekten daha evla değildir. Ve bu ifade, "Her şeyden büyüktür" manasında söylemiş olduğumuz, "Allahu ekber" şeklindeki sözümüz gibidir. Daha sonra Cenâb-ı Hak, ya Kur'ân'ın muhatabı, yahut ta yeryüzündekilerin en azizi ve kıymetlisi olduğu için, "O insanı bir " 'alaka"dan yarattı" ifadesiyle, mahlukat içinden özellikle insanı seçmiştir.

3) Cenâb-ı Hakk'ın "Yaratan Rabbinin adıyla oku..." emrinin müphem bir ifade olması, daha sonra da Cenâb-ı Hakk'ın bu ifadeyi, insanın yaratılmasını yüceltmek ve onun fıtratının ilginçliğine işaret etmek için, "O insanı bir" ‘alak"dan yarattı..." ifadesiyle tefsir etmesi...

Allah'dan Başka Yaratıcı Yok

Alimlerimiz, bu ayetle, Allah'ın dışında bir yaratıcının olmadığına bir istidlalde bulunarak, şöyle demişlerdir: Çünkü, Cenâb-ı Hak, "hâlikıyyet" vasfını, Kendi zatını diğer zatlardan ayırdeden mümeyyiz, ayırıcı bir sıfat kılmıştır. Durumu böyle olan her sıfatta, ortaklığın düşünülmesi muhaldir.. İşte bu yolla biz, uluhiyyete mahsus olan sıfatın, "Yaratıp yoktan var etmeye dair güç..." olduğunu anlamış oluyoruz. Bunu şu da tekid etmektedir: Firavun, ilahın hakikatini öğrenmek isteyince, "Alemlerin Rabbi nedir?" (Şuara, 26/26) diye cevap vermiştir. O halde rubûbiyyet, Cenâb-ı Hakk'ın burada bahsettiği halıkıyyete bir işarettir. İşte bütün bunlar, bizim görüşümüzün doğruluğuna delalet etmektedir.

Yaratıcı Allah

Kelamcılar, Aralarındaki o meşhur ihtilafa göre, vacib (farz)lerin ilkinin, marifetullah, yahut marifetullaha nazar (ona düşünme) veyahutta, bu tefekküre yönelme olduğu hususunda ittifak etmişlerdir. Sonra, Hakîm olan Allah (c.c), müşriklere bir peygamber göndermeyi istediğinde, Hazret-i Peygamber (sallallahü aleyhi ve sellem)'e şayet, "Şeriki ve benzeri olmayan Rabbinin ismi ile oku..." demiş olsaydı, bunu kabul etmeyebilirlerdi. Ne var ki, Cenâb-ı Hak, bunu, onları bunu itiraf etmeye mecbur eden bir mukaddime olarak bildirmiştir.

Nakledildiğine göre, Ebû Hanife, mezhebini anlatması için Züfer'i, Basra'ya gönderip; Züfer de, işe Ebû Hanife'den bahsederek başlayınca, onlar bunun üzerine iltifat etmediler ve benimsemediler. Bunun üzerine Züfer, Ebû Hanife'nin yanına dönüp de durumu ona haber verince, Ebû Hanife şöyle der: "Sen, tebliğ usulünü bilemedin. Onlara dön ve meseleler hakkında önce, onların imamlarının görüşlerini serdet. Sonra da tutarsız olduklarını açıkla. Daha sonra da, "Burada şöyle bir görüş de vardır" de, benim görüşümü ve delillerimi anlat... Bu görüş onların kalbinde yer edince de, "İşte bu Ebû Hanife'nin görüşüdür de.. Çünkü onlar bu durumda artık utanacaklar, bir daha da reddedemeyecekler..."

İşte burada da, Cenâb-ı Hak adeta, şöyle demek istemiştir: "Bunlar putperesttirler, binâenaleyh, şimdi sen bana övgüde bulunur, sena eder de, onların putlarından yüz çevirirsen, onlar bunu kabul etmeyebilirler. Ne var ki onlara, kendilerinin "bir 'alak"dan yaratıldıklarını anlat ki, böylece, onların bunu inkar etmeleri mümkün olmaz. Daha sonra da, "Mutlaka, her fiilin bir faili vardır" de. Böylece onlar, bunu, o putlarına nisbet edemezler. Çünkü bunlar, o putları yontanın ve yapanın kendileri olduğunu bilmektedirler. İşte bu tedricilikle, yavaş yavaş davranarak, onlar, putlarının değil de, ancak Benim sena ve hamde layık olduğumu anlarlar." Nitekim Cenâb-ı Hak"Şayet onlara, kendilerini kimin yarattığını soracak olursan, hiç şüphesiz onlar, "Allah" diyecekler" (Lokman, 31/25) buyurmuştur. Sonra, uluhiyyet (Allah olmak), yaratma vasfına varıp dayanıp, yaratamayanın ilah-Allah olmayacağı artık katiyyen arzedince de, Cenâb-ı Hak"Yaratan, hiç yaratmayan gibi olur mu?" (Nahl, 16/17) buyurmuştur.

Bu ayet, aynı zamanda yaratıcının tabiat olduğunu söyleyen görüşün batıl olduğuna delalet etmektedir. Çünkü, bunun müessiri şayet, hadis bir varlık ise, bu da bir başka müessire muhtaç olacaktır. Yok eğer, kadîm ise, bu müessir ya "mûcib (zorunlu, otomatik)" olur, yahut da "kadir" olur. Şimdi, eğer "mûcib" ise, eserin ondan ayrılmaması gerekir. Geriye ise, bu vacib varlığın, alim, hür ve irade sahibi olması hali kalmaktadır. Çünkü, kainattaki değişiklikler, oradaki canlıların faydalarına uygun bir biçimde meydana gelmektedir.

İ'rab

Cenâb-ı Hak, çoğul sığasıyla “Min alakin” buyurmuştur. Zira, "insan" sözü de, lafzen müfret, mana bakımından ise, çoğuldur. Ve bu tıpkı Cenâb-ı Hakk'ın "Muhakkak ki insan bir hüsrandadır" (Asr, 103/2) ayetinde olduğu gibidir.

3

Âyetin tefsiri için bak:4

4

"Oku. Rabbin nihayetsiz kerem sahibidir. Ki O, kalemle (yazı yazmayı) öğretendir".

Bu ifadeyle ilgili birka mesele vardır:

Filin Tekrarındaki İncelik

Bazıları, birinci ifadenin, "Önce kendin için oku!"; ikinci ifadenin de, "Tebliğ için oku..."; yahut, birincisinin, "Cebrail'den öğrenmek için oku"; ikincisinin de, "Öğretmen için oku" yahut da, "Namazında oku" ve "Namazın dışında oku..." şeklinde olduğunu söylemişlerdir.

el-Ekrem Sıfatı

el-Kerem, herhangi bir karşılık olmaksızın, olması gereken şeyi anlatır. Binâenaleyh, kendisi ile kendisini öldürecek olan birisine bir bıçak hibe eden kimse, kerim olmadığı gibi, verip de, sonra da verdiğinin karşılığını isteyen de kerim değildir. Karşılığın, ayn, zat olması gerekmez. Tam aksine, medh, mükafaat, kınanmaktan uzak ve beri olma... gibi şeylerin tümü de, bedel, karşılıktır. İşte bundan dolayı alimlerimiz, Cenâb-ı Hakk'ın, herhangi bir işi bir noktada mebni olarak yapmasının muhal olduğunu söylemişlerdir. Çünkü, Cenâb-ı Hakk'ın, herhangi bir işi bir maksattan dolayı yapması halinde, bu maksadın meydana gelmesi, O'nun için gelmemesinden daha evla olurdu. Bu durumda da, O, bu şeyi yapmak suretiyle, o evla oluşu elde etmiş olurdu. Yapmaması halinde ise, bu evla oluş hali, O'nun için tahakkuk etmemiş olurdu. Böylece de O, zatının gereği noksan ve başkası ile kemale eren nakıs bir zat olmuş olurdu ki, bu muhaldir.

Ayrıca, alimlerimiz, Cenâb-ı Hakk'ın "ekrem" olması hususunda şunları zikretmişlerdir:

1) Nice kerim kimse vardır ki, suç esnasında "sabır gösterir, tahammül gösterir, ama onun ihsan ve keremi, suç işlenmezden önceki tarz üzere devam etmez.. Halbuki Allahü teâlâ, suç işlendikten sonra da, ihsanını, ziyadeleştirerek devam ettirdiği için, "Ekrem"dir. Nitekim şairin şu beyti de, bunu göstermektedir:

"Kusur işlemekle lütufta bulunulmasını gerekli kılıyormuşum gibi, ben daha çok kusur, hata yaptıkça, sen de bana lütfunu artırıyorsun."

2) Bu, "Sen, kerimsin.. Ancak ne var ki, "Senin Rabbin, ekrem'dir, en keremlisidir. Nasıl böyle olmasın ki, çünkü her kerim kimse, keremi ile, medh veya mükafaat gibi ya bir menfaat elde eder veya bir zararı savuşturur. Ama, Ben ise, en kerim olanım... Çünkü, yaptığımı sırf keremimden dolayı yapmaktayım.." demektir.

3) Ekrem olan, O'dur; zira, her kereme ve ihsana başlangıç, hep O'na aittir. O'nun keremi, eksiklikten münezzehtir.

4) Bunun, okunmaya teşvik eden bir ifade olması da muhtemel olup, "Sana, her harfe karşılık on katıyla mukabele ettiği için, en kerim O'dur" demektir. Yahut da bu ifade, kişiyi ihlasa teşvik eden bir kelimedir. Buna göre mana "Bir şeyler umarak okuma; ancak ve ancak Benim için oku ve işini bana havale et. Çünkü Ben, Senin hatırına gelmeyecek şeyleri verecek kadar kerim ve cömerdim..." şeklinde olur. Yine mananın, "Kendini, insanları İslâm'a davete ver.. Hiç kimseden korkma, çünkü Ben, sana zor mükellefiyetleri yükleyip de, daha sonra da sana yardım etmemekten münezzeh olan bir "ekremim..." şeklinde olması da muhtemeldir.

İnsan Hilkatinin Başlangıcı ve Kemali

Cenâb-ı Hak kendisini, önce, "insanı bir 'alak'dan yaratmış olmak"la tavsif etmiş, ikinci olarak da, Kendisini, "Kalemle öğreten" olmakla nitelemiştir. Halbuki, zahiren bu iki şey arasında bir münasabet yoktur. Ancak ne var ki, gerçek şudur: İnsanın hallerinin ilki ve başlangıcı, O'nun, bir " 'alaka" olmasıdır. Halbuki, " 'alaka" adi bir şeydir. Hallerinin sonu ise, nesnelerin hakikatlarını bilir bir duruma erişmeleridir ki, işte bu, mahlukatta bulunması gereken mertebelerin en kıymetlisidir. Buna göre Cenâb-ı Hak adeta, "Sen bu en düşük mertebeden en üst mertebeye geçtin. Binâenaleyh, senin için, seni bu bayağı mertebeden o kıymetli duruma taşıyan ve geçiren, kudret sahibi bir müdebbirin olması gerekir." demiştir. Sonra, bu ifadede, ilmin, insanda bulunması gereken sıfatların en kıymetlisi olduğuna dair bir tenbihat bulunmaktadır. Buna göre Cenâb-ı Hak sanki, "Yoktan var etmek, can vermek, güç kuvvet sahibi kılmak, rızık vermek, keremdir ve rubûbiyyettir. Ama "ekrem" olan ise, sana ilim verendir. Çünkü ilim, sonsuz bir şereftir" demek istemiştir.

Rububiyyetin Tanınması ve Nübüvvetin Bilinmesi

Cenâb-ı Hakk'ın "... Rabbinin adıyla... O insanı bir " 'alak"dan yarattı" ifadesi, Cenâb-ı Hakk'ın kudret, hikmet, ilim ve rahmetinin mükemmelliğine delalet eden akli delillere, "Ki O, kalemle (yazı yazmayı) öğretendir" ifadesi de, ancak nakl ile bilinen farz hükümlere bir işarettir. O halde birincisi, rububiyyetin tanınmasına; ikincisi de nübüvvetin bilinmesine bir işarettir. Rububiyyetin tanınmasından nübüvvetten müstağni olduğuna, ama nübüvvetin ise rububiyyetin tanınmasına muhtaç olduğuna dikkat çekmek için de, birincisini ikincisinden önce getirdi.

Kalemle Öğretme

Ayetteki, “Alleme bi'l-kalemi” ifadesi hususunda şu iki izah yapılabilir:

1) "Kalem" sözü ile, kendisi sebebiyle, gaib şeylerin bilinip öğrenildiği yazma işi kastedilmiş, "kalem" ise, bu yazma işinden kinaye olarak getirilmiştir.

2) İnsanın yazmayı "kalemle öğretmesi kastedilmiştir. Bu iki görüş, birbirine yakındır; zira, ayetin gayesi, yazmanın faziletli bir şey olduğuna dikkat çekmektir.

Rivayet olunduğuna göre Süleyman (aleyhisselâm) İfrit e, "kelam"in ne demek olduğunu "sormuş da, İfrit de, "Geçip giden bir rüzgar" diye tarif eylemiş, bunun üzerine Hazret-i Süleyman (aleyhisselâm), "Peki o sözü zapt u rapt altına almanın yolu nedir?" deyince, İfrit de, "Yazmaktır" cevabını vermiştir. O halde kalem, ilimleri avlayan bir avcı olup, bazan ağlatır, bazan güldürür. Kalemin fakir düşmesiyle, de boyun eğer, zelil olur. Ama, insan kalemin harekete geçmesiyle, ilimler, zamanlar süresince, ebediyyen kalır. Bunun bir benzeri de, Hazret-i Zekeriyya (aleyhisselâm) ile ilgili olan şu ifadedir: "O, Rabbine gizlice niyaz ettiği zaman..." (Meryem, 19/3) bu, "o saklı tuttu, ama duyuldu..." demektir. Kalem de böyledir. Çünkü, kalem konuşmaz ama, doğudakilere batıdakilere duyurur, konuşur. Seni, gözündeki o siyah göz bebeğinle gören bir varlık kıldığı gibi, o siyah mürekkeb ile de, dini münevver, aydın ve nurlu kılan o yüce kudret sahibini takdis ve tenzih ederiz. O halde "kalem", insanın insan da, gözün kıvamı ve dayanağıdır. Kalemin, lisanın vekili, onun yerine geçen bir şey olduğunu söyleme.. Zira kalem, dilin yerini tutar da, dil kalemin yerini tutamaz.

İnsana Bilmediğini Öğretti

5

"İnsana bilmediğini O öğretti...".

Bu ayet ile, insanın kalem ile öğrenmesi murad edildiği gibi, insanın, bundan başka şeyleri öğrenmesi de murad edilmiş olabilir. Cenâb-ı Hak bu ifadenin başına, atıf vâv'ını getirmemiştir. Söz, bu şekilde de ifade edilebilir. Nitekim sen meselâ, "Sana ikram ettim, sana lütufta bulundum, seni mal mülk sahibi yaptım, seni, vilayetlere idareci yaptım" dersin. Bu, her iki cümle ile de, tek bir şeyin kastedilmiş olması mananın, "İnsana kalem ile bilmediği şeyleri öğretti" şeklinde olması muhtemeldir. Böyle olması durumunda, 'İnsana bilmediğini O öğretti" ifadesi, "Kalem ile öğretti..." ifadesinin bir açıklaması olmuş olur.


















Hiç yorum yok:

Yorum Gönder