Ahlak Kavramı Üzerine Etimolojik ve Semantik Bir Araştırma*
Arapça ḫuluḳ (ç. aḫlāḳ) sözcüğünün temel anlamı konusunda klasik Arapça sözlüklerin sunduğu içerik1 ilk bakışta şaşırtıcı bir görünüm arz eder. Yaygın kanaatin aksine, ḫ-l-ḳ kökünün ve bu kökten türeyen ḫuluḳ sözcüğünün temel/kök anlamları arasında doğrudan ahlaka taalluk eden bir muhteva yer almamaktadır. Klasik sözlükler arasında yapılacak hızlı bir inceleme bile, ḫ-l-ḳ kökünün temel anlamının taḳdīr 2 yani “bir nesneyi düzgün/ölçülü bir biçimde3 oranlamak ve ölçümlemek”4 olduğu konusunda açık bir görüş birliği olduğunu göstermektedir. Bir deriyi ayakkabı veya kırba yapmak için uygun ve orantılı bir biçimde ölçüp biçmeyi ifade eden ḫalaḳtu’l-edīm tabiri, sözlüklerde taḳdīrin anlamını gösteren yaygın örneklerden biridir.5 Bir işi önceden tasarlamak ve planlamakla ilgili örnekler de taḳdīrin kapsamında değerlendirilmiştir.6 Ḫ-l-ḳ kökünün bütün türevlerinin bir şekilde taḳdīr anlamıyla irtibatlı olduğu veya temelde taḳdīre rücu ettiği anlaşılmaktadır.7 İlgili kökün iki asıl anlamının olduğunu belirten İbn Fāris (ö.395/1004) ise taḳdīrin yanına şu anlamı da eklemektedir: “Bir nesneyi düz/pürüzsüz hale getirmek” (melāsetu’ş-şey).8 Ancak Arap dilcileri ekseriyetle bu anlamı müstakil olarak değil, taḳdīrden türetilmiş bir anlam olarak zikretmişlerdir.9 Erken dönem sözlüklerdeki bu lügavî tespitlerin kadim kökenlerinin izinin sürülmesi, ilgili kökün temel ve yan anlamlarını ayrıştırmak açısından önem arz eder. Bu bağlamda Arapça’daki ḫ-l-ḳ kökünün diğer bazı Sâmî dillerdeki karşılıklarını araştırmak aydınlatıcı olabilir. Kuşkusuz bu konuda temel kaynaklar üzerinden bir görüşe ulaşmak ayrı bir uzmanlık gerektirir. Ancak bilimsel nitelikli geç dönem kaynakları üzerinden ihtiyatlı bir şekilde fikir edinmek mümkün ve hatta faydalı olacaktır. Eski Ahid’de ḫ-l-ḳ kökünün ‘pürüzsüz ve kolay olmak’ ve ‘bölmek ve ayırmak’ olmak üzere iki temel anlamda kullanıldığı belirtilmiştir.10 İlgili kökün ‘bölmek ve ayırmak’ anlamıyla Sâmî dilleri içerisinde sadece İbranice ve Aramice’de yer aldığı tespit edilmiştir. Modern dil bilimciler bir taraftan bu kökü Arapça ‘şekil ve biçim verme (taḳdīr)’ anlamına gelen ḫalaḳa ile bağdaştırmışlar; diğer taraftan ‘düzgün, kolay ve pürüzsüz olmak’ anlamındaki İbranice ḫ-l-ḳ kökünün, ‘pürüzsüzleştirmek ve kolaylaştırmak’ anlamına gelen Arapça ḫalaḳa köküne karşılık geldiğini ifade etmişlerdir.11 Yaygın olarak ‘yaratma’ anlamında kullanılan ḫ-l-ḳ kökünün bu anlamının, klasik Arapça sözlüklerde temel anlam olarak zikredilmemesi dikkat çekicidir. Bu bağlamda –istisnaî olarak– Arap dili ve edebiyatının dördüncü asırdaki önemli isimlerinden Ebū Bekr İbnu’l-Enbārī (ö.328/940), ḫ-l-ḳ kökünün Arap kelamında iki temel anlamının olduğunu belirtmiş ve taḳdīr anlamından önce şu anlamı kaydetmiştir: Bir asla/modele dayanmadan yaratılmış bir nesneyi örnek alarak başka bir nesne yaratmak (el-inşā alā mis̠ālin ebdeahu).12 Arap dilinde ḫ-l-ḳ’nın ‘yaratma’ anlamında kullanıldığı sayısız örnek bulunduğu bir gerçektir;13 ancak ‘yaratma’yı ḫ-l-ḳ kökünün temel anlamları arasında sayan İbnu’l-Enbārī’nin, ileri sürdüğü bu görüşüyle klasik lügat bilginleri içinde yalnız kaldığını ve ikna edici deliller sunmadığını belirtmeliyiz. Öyle anlaşılıyor ki İbnu’l-Enbārī ḫ-l-ḳ kökünün eş-süremli ve art-süremli anlamları arasındaki göreceli ilişkiyi tanımlamakta yeterince titiz davranmamıştır.14 Zira klasik sözlük yazarlarının çoğunun, ‘yaratma’ eylemini bir tür taḳdīr olarak kabul ettikleri ve ‘yaratma’nın, ḫ-l-ḳ kökünün aslî anlamı olan taḳdīr kapsamında olduğunu düşündükleri15 anlaşılmaktadır.16 Erken dönem sözlüklerinde ḫ-l-ḳ kökünün ‘yaratma’ anlamının fazlaca vurgulanmamasının, böyle bir etimolojik mülahazaya dayandığı da söylenebilir. Şu halde ḫ-l-ḳ kökünün temel anlamı (taḳdīr) zaman içinde genişlemiş, temel anlama bağlı olarak Arapça’da yeni bir yan anlam (yaratma) kazanmıştır. ḫ-l-ḳ kökünün Arapçadaki temel anlamı ile ‘ahlak’ arasında –tıpkı ‘yaratma’da olduğu gibi– semantik bir ilişkiden söz etmemiz mümkün müdür? ‘Ahlak’ ile tam olarak neyin kastedildiğini belirlemek sorumuzun cevabı için anahtar bir rol oynar. Klasik lügatlarda insanın yaratılış ve kişilik özelliklerinin kaynağı olarak atıfta bulunulan sözcüklerin başında ḫulḳ/ḫuluḳ gelir. Bu manada ahlak “insanın yaratılıştan gelen tabiatının adıdır” (huve mā ḫuliḳa aleyhi mine’ṭ-ṭab).17 Lügatlarda ahlakı tanımlamada kullanılan ṭabīa, 18 fiṭra, 19 eṣ-ṣūratu’l-bāṭıne, 20 cibilliyye ve seciyye21 gibi ifadeler onun yaratılışla ve karakterle ilgisini göstermektedir.22 Bābānzāde Aḥmed Naīm’e (ö.1934) göre bugün ḫuluḳ kelimesini karşılamak için seçilecek en uygun sözcük karakterdir:
Bu kelimenin [caractére] tarīfi ile mevāḳı-i istimāli bizim -ḍamm-ı ḫā ile- “ḫuluḳ” dediğimize tamamen munṭabıḳtır. Bizce ḫuluḳ bir meleke-i rāsiḫadır ki ānınla amāl, nefs-i nāṭıḳadan fikr u reviyyete, tekellüfe ḥācet kalmaksızın bi’s-suhūle ṣudūr eder. Ġaḍab, ḥased, kerem, şecāat, iffet... ilḫ. gibi. Caractéres de zaten budur. Bunu ḫuluḳ müradifi olan “seciyye” ile tercüme etmiyorum. Çünkü -caractérler gibi- ahlakın da iyisi kötüsü bulunur. Meḥāsin ve mesāvī-i ahlāḳ denir. Secāyānın ise –hiç olmazsa şāyi olan istimāle göre– kötüsü olmaz. Ḫuluḳ seciyyeden eammdır. Frenklerin bu lafzı metanet-i ahlak ve şecāatta istimāl edişleri urf-i āmmı urf-i ḫāṣṣa naḳl kabilindendir. La Bruyere’in [ö.1696] kitab-ı meşhūrunda [Les Caractéres] taṣvīr ettiği aḥvāl-i nefsiyyenin çoğu secāyā-yı kerīme olmaktan pek uzaktır. 23
Kısacası, yaratılış yoluyla insana aktarılan ve onun karakterini oluşturan temel yapı, ahlakın klasik lügatlardaki tasavvur biçimini yansıtmaktadır. Anlaşılacağı gibi, ḫ-l-ḳ’nın ‘yaratma’ anlamı ile ‘yaratılış özellikleri’ anlamı arasında tematik bir benzerlik vardır; dolayısıyla ‘yaratma’dan ‘yaratılış özellikleri’ne yani ‘ahlak’a geçişin makul bir temeli bulunmaktadır; ancak bu ikincil bir ilişkilendirmedir. Zira asıl ve birincil anlam, ḫ-l-ḳ’nın temel anlamları (taḳdīr ve pürüzsüzlük) ile yan anlamı (ahlak/karakter) arasında kurulan anlamsal ilişkide görünür hale gelmektedir. Sözgelimi İbn Fāris, aḫlāḳın tekili olan ḫuluḳun seciyye anlamına geldiğini belirtmekte ve bunu şöyle temellendirmektedir: “Çünkü seciyye sahibine (doğuştan/yaratılıştan) bu (nitelikler) takdir edilmiştir” (li-enne ṣāḥibehū ḳad ḳuddira aleyhi).24 Benzer bir semantik irtibat İbn Cinnī (ö.392/1002) tarafından da kurulmuştur. Ona göre, Arapların ḫuluḳu’l-insān sözündeki ḫuluḳ, ‘şu nesneyi düzleştirdim’ ve ‘pürüzsüz/düz kaya’ gibi kullanımlardan gelmektedir. Bu durumda “ḫuluḳu’l-insān tamlamasının anlamı şudur: İnsanın ḫuluḳu, insan için (önceden) taḳdīr ve tertīb edilen şeydir; öyle ki insanın ḫuluḳu, sabitleşmiş ve şüpheden arınmış bir durum gibidir.”25 İbn Cinnī’ye göre “Allah ḫalḳı (bedenî yapıyı) ve ḫulḳu (ahlakî yapıyı) belirlemiştir” (ḳad feraġa’llāhu mine’l-ḫalḳ ve’l-ḫulḳ) şeklindeki rivayet26 de buna işaret etmektedir.27 İbn Cinnī’nin kaydettiği rivayet aynı zamanda ḫalḳ ile ḫulḳ arasındaki sıkı münasebete göndermede bulunmaktadır. İki sözcük arasında yazılış, okunuş ve köken bakımından ne kadar yakın bir morfolojik/etimolojik münasebet varsa, insanın dış yapısı ve yaratılışı (ḫalḳ) ile içyapısı ve karakteri (ḫulḳ) arasında da o kadar sıkı bir ontolojik münasebet vardır. Bu,
aslında bir ‘bütün’ olarak tasavvur edilen insan fenomeninin birbirini tamamlayan iki yönünü yansıtmaktadır. Buna göre ahlak, insanın iç dünyasına ait imkânları ifade etmekte ve insanın dış/fiziksel yapısı ile irtibatı bulunmaktadır.28 Er-Rāġib el-İṣfahānī (ö.5./11.yy) şöyle demiştir: “Ḫalḳ ve ḫulḳ, asıl olarak aynıdır; ancak ḫalḳ göz (baṣar) ile idrak edilebilen hey’et, şekil ve suretlere; ḫulḳ ise gönül (baṣīra) ile idrak edilen ḳuvve ve seciyyelere tahsis edilmiştir.”29 Aynı zamanda klasik ahlak tasavvurunu da yansıtan bu belirlemeler, ahlakın ‘sözlük’ anlamının yanı sıra, ‘terim’ anlamıyla da örtüşen bir içerik sunmaktadır. Mesela el-Ġazzālī, (ö.505/1111), ahlakı tanımlarken önce ḫalḳ ile ḫulḳ, cesed ile rūḥ, eṣ-ṣūratu’ẓ-ẓāhira ile eṣ-ṣūratu’l-bāṭıne arasındaki ilişkiye değinmiş ve ahlak için –kendisinden önce yapılan–30 şu tanımı zikretmiştir: “Ḫuluḳ, nefiste kökleşmiş bir hey’ettir ki bu hey’et sebebiyle davranışlar (efāl) düşünmeye ve zorlanmaya gerek olmaksızın rahatça ve kolaylıkla ortaya çıkar.”31 Klasik ahlak literatüründe kabul gören bu tanım, orijin itibariyle, Grek tabip ve filozof Galen’e (ö.MS.200?) aittir.32 Galen’in ahlak tanımı İslam düşüncesinde öylesine revaç bulmuştur ki aynen veya benzer ifadelerle lügat33 ve ıstılah kitaplarına34 bile girmiştir.35 Bu tanımda mündemiç ahlak anlayışına göre, ahlak ile nefs arasında bir irtibat vardır ve psikoloji, ahlakın temelini teşkil etmektedir.36 Ahlak tek tek davranışlar değil, davranışlara kaynaklık eden ve nefiste yerleşmiş bulunan kalıcı ve sürekli psikolojik bir haldir. Davranışlar ahlakın sonucudur (el-amāl netīcetu’l-aḫlāḳ).37 Bu nedenle de davranışlar, kaynaklandıkları ahlak itibariyle değer kazanır (elamāl innemā tuteberu bi’l-aḫlāḳ elletī tenşeu minhā).38
Yukarıda aktarılan malumatta vurgulanan bir diğer nokta, insanın hem yaratılış özelliklerinin (ḫalḳ), hem de bu yaratılışa bağlı karakter ve huylarının (ḫulḳ) insanda yerleşik, kökleşmiş ve sabit bir halde bulunduğu kabulüdür. Buna göre her bir insan tekinin fiziksel ve ahlaksal yapısına ait özellikleri, o daha gözlerini dünyaya açmadan önce taḳdīr edilmiştir.39 İnsanın yeryüzü serüveni başladıktan sonra ise dışsal yapısını oluşturan bedensel nitelikleri gibi içsel yapısında kökleşmiş ahlaksal nitelikleri de değişime kapalı gibi algılanmaktadır. Bu, ahlakın yukarıda anılan sözlük anlamında da mündemiç olan bir algıdır. Klasik ahlak düşüncesinin en eski ve renkli tartışmalarından birisi olan ‘ahlakın değişmesinin imkânı’ sorununun temelinde yine bu tasavvur yatmaktadır. Gerek ahlakın sabit ve değişken yönü, gerekse insanın dışı ile içi arasındaki irtibat, klasik tıp biliminin ve ahlak felsefesinin ortak konuları arasında yer almış ve detaylandırılmıştır.40 Klasik sözlüklerde insanın yaratılış ve kişilik özelliklerinin kaynağı olarak atıfta bulunulan sözcükler ḫuluḳ kelimesinden ibaret değildir. İbn Sīde (ö. 458/1066), el-Muḫaṣṣaṣ adlı, konulara göre tertip edilmiş lügatinde el-Ġarāiz başlıklı bir bölüm açmış ve burada insanın yaratılışına ve doğasına işaret eden sözcükler hakkında bilgiler vermiştir.41 İbn Cinnī de elḪaṣāiṣ’inde kökleri ve yapıları değişik olduğu halde anlamları yakın olan sözcükler bağlamında şu kelimelerin ḫuluḳ ile yakın anlamlı olduğunu kaydetmiştir: el-ḫalīḳa, es-seciyye, eṭ-ṭabīa, en-naḥīte, el-ġarīze, es-selīḳa, eḍ-ḍarībe, es-secīḥa, es-surcūḥa, es-sircīce, en-nicār, el-merin.42 Bu kavramların genelde müşterek gibi görünen bir kullanım alanı olduğu düşünülse de kendi aralarında bazı nüansların olduğu belirtilmiştir. Er-Rāġib el-İṣfahānī, ilgili kavramlar arasındaki farkları şöyle dile getirmiştir:
Eṭ-ṭab, eṭ-ṭabīa, eḍ-ḍarībe, en-naḥtiyye, en-necr ve el-ġarīze sözcükleri insanda yaratılıştan gelen ve değişmesi mümkün olmayan ḳuvvenin adıdır. Şīme kelimesi ġarīzenin üzerinde bulunduğu halin ismidir. Seciyye ise insanın üzerinde sükûn bulduğu şeyin adıdır. Bu kavramların hepsi, ekseriyetle ‘değişmesi mümkün olmayan şeylerde’ kullanılır. Āde[t], fiil (etki) ve infialin (edilgi) tekrarının adıdır. Āde[t] sayesinde ahlak kemale erer. Āde[t]in, insandaki potansiyel (bilkuvve) özelliklerin davranış olarak (bilfiil) ortaya çıkmasını kolaylaştırmanın dışında bir etkisi yoktur. Seciyyenin ise yaratıldığı şeyin tersine sürüklenmesi mümkün değildir; zira seciyye yaratıcı (ḫāliḳ) olan Allah’ın fiili, āde[t] ise yaratılmış (maḫlūḳ) olan insanın fiilidir. Yaratılmışın fiili, yaratıcının fiilini iptal edemez; ancak o, āde[t]i öyle takviye eder ki āde[t] sanki seciyye addedilir. Bu açıdan bakılarak “Āde[t] insanın ikinci doğasıdır” denmiştir. 43
Kişilik ve karakter özelliklerine atıfta bulunan ve ilk bakışta müşterek bir içeriğe sahip olduğu düşünülen kavramlar, kendi içinde benzeşik alt unsurlar ve ayrıştırılması kolay olmayan nüanslar içerir.44 Bu, özellikle ḫuluḳ/aḫlāḳ sözcüğünün geçtiği dinî metinlerin anlamını belirlemede bir sorun olarak kendini gösterir. Zira metinlerde geçen ḫuluḳ/aḫlāḳ sözcüğünün “doğuştan gelen kişilik ve karakter özellikleri” için mi yoksa “sonradan kazanılabilen ve değişebilen kişilik özellikleri” için mi kullanıldığını tespit etmek kolay değildir. Yine karar vermekte zorluk çekilen bir diğer husus, ḫuluḳ/aḫlāḳın tekil ahlakî davranışları mı, topyekûn ahlakî bir hâli mi, yoksa kişilik özelliklerini mi ifade ettiğidir. Bu anlamsal ayrıntılar, metinlerin anlaşılmasında önemli bir role sahip olabilir. Er-Rāġib el-İṣfahānī, ḫuluḳ/aḫlāḳ sözcüğü bağlamında konuya kapsamlıca değinen belki de tek müelliftir. Eẕ-Ẕerīa ilā Mekārimi’ş-Şerīa adlı eserinde ḫuluḳ/aḫlāḳ sözcüğünün asıl olarak gönül (baṣīra) ile idrak edilen ḳuvveler için kullanıldığını belirttikten sonra –bağlama göre değişen– farklı anlamlarından söz eder ve bazı rivayetlerden örnekler getirir:
[1.] Ḫuluḳ bazen doğuştan gelen içsel/güdüsel yeti (el-ḳuvve elġarīziyye) anlamında kullanılır. Hz. Peygamber (a.s.) bu nedenle “Allah ḫalḳ (dış/bedenî yapı) ve ḫulḳ (iç/ahlakî yapı), rızık ve ecel konularını (belirleme işini) bitirmiştir” buyurmuştur.47 [2.] Ḫuluḳ bazen (doğuştan değil) sonradan kazanılmış halin adı olarak kullanılır ki bu hal sebebiyle insan başka şeyi değil de o şeyi yapmaya eğilimli/yatkın olur. Mizacındaki sertlik nedeniyle öfkeye eğilimli/yatkın olan kimse gibi. Bundan ötürü her hayvan, yaratılışının temelindeki bir huyla (ḫuluḳ) diğerlerinden ayrılır. Aslan için cesaret, tavşan için korkaklık ve tilki için kurnazlık gibi. [3.] Ḫuluḳ bazen pürüzsüz ve kolay olmak (el-melāse) anlamındaki elḫalāḳadan gelir. Bu durumda sanki ḫuluḳ, âdet (tekrarlar ve pratikler) vasıtasıyla insanın alışkanlık edindiği yetilerin adı olur. Şu (hadis) rivayet edilmiştir: “Amellerin en faziletlisi güzel ahlaktır.”48 Şu da rivayet edilmiştir: “Allah bir kimseye güzel ahlaktan daha faziletli bir şey vermemiştir.”49 [4.] Ḫuluḳ bazen eylemlerin (el-fiil) kendisinden –düşünmeksizin– ortaya çıktığı nefisteki mevcut yapı (el-heyet) anlamında kullanılır. [5.] Ḫuluḳ bazen bu yapıdan sadır olan eylemin adı olarak kullanılır. [6.] Ḫuluḳ bazen yapı ve eylemin beraberce ismi olarak kullanılır. İffet, adalet ve şecaat böyledir. [7.] Bazen de yapı bir adla, ondan sadır olan eylem başka bir adla isimlendirilir. Seḫā ve cūd gibi. Seḫā insanın sahip olduğu (cömertlik) yapısının, cūd da ondan sadır olan (cömertlik) eyleminin ismidir.
[8.] Ayrıca bunlardan her birinin diğerinin adıyla adlandırıldığı da vakidir. Ḫuluḳun erken dönem lügatlarda işaret edilen ve yine taḳdīr kök anlamıyla irtibatlandırılan50 bir başka anlamı ise alışkanlık, âdet ve gelenek anlamıdır.51 İnsanın karakterini oluşturan temel yapının, yaratılıştan gelen özelliklerin yanı sıra, âdet ve alışkanlıklar vasıtasıyla da şekillendiği 52 kabul edildiğinde53 ahlak ile âdet/alışkanlık arasında bir bağ olduğu teslim edilir. Hatta “el-ādetu ṭabīatun s̠āniyetun” (âdet insanın ikinci doğasıdır)54 sözüyle anlatılmak istenen şudur ki âdet yani fiil ve infialin tekrar edilmesi bir şeyi yapmayı o kadar kolaylaştırır ki o sanki insanın tabiatı olur.55 Ayrıca ahlakın ‘yerleşik hale gelmiş’ huylar için; âdet, alışkanlık ve geleneğin de ‘yerleşik hale gelmiş’ olgular için kullanıldığı düşünüldüğünde, aralarında özel bir tür semantik ilişkinin varlığı muhtemeldir. Ḫuluḳun ahlakî bir çağrışıma sahip olmaksızın genel anlamda âdet, alışkanlık ve gelenek anlamında kullanıldığı da varittir. Bazı hadis rivayetlerinde kimi âdet ve alışkanlıklar ḫuluḳ/aḫlāḳ sözcüğü ile ifade edilmiştir.56 Bazı rivayetler ise ḫuluḳ/aḫlāḳ sözcüğünün sunne ile eşanlamlı bir kullanıma sahip olduğunu gösterir.57
Diğer yandan sözlüklerde ḫuluḳa verilen dīn anlamını 58 da bu kapsamda değerlendirmek mümkündür; zira dīnin yaygın lügat anlamlarından biri de âdettir.59 Dīn, gelenek ve âdet gibi yerleşik olgularla yakın bir ilişki içindedir. Öte yandan ḫ-l-ḳ kökünün dīn anlamına gelmesinin yahut dīnin bu kökten türeyen bir sözcükle karşılanmasının, kökün aslî anlamı olan taḳdīr ile irtibatı vardır; zira “dīni Allah taḳdīr etmiştir.”60 Ḫuluḳun aynı zamanda âdet, alışkanlık ve gelenek gibi karşılıklarının da bulunmasını ilginç ve dikkate değer kılan, kadim Grekçe’de (ethos), klasik Latince’de (moralis) ve modern İbranice’de (muṣar) 61 ahlakı karşılamak için kullanılan sözcüklerin de âdet, alışkanlık, töre ve gelenek gibi anlamları taşımasındandır. Bugün Batı’da ve ülkemizde kullanılan etik (ethics) sözcüğü, köken olarak Grekçe ethos sözcüğünden gelir ve ethosun iki temel anlamı vardır. Bunlardan birincisi karakter, huy, yaratılış gibi ahlakî içerikli; ikincisi alışkanlık, töre ve görenek içeriklidir. Etik sözcüğü ile beraber akla ilk gelen kelimelerden moral sözcüğü ise Grekçedeki ethos kelimesinin Cicero (M.Ö.106-43) tarafından Latinceye uyarlanmış halidir. Moral sözcüğü mos (ç. mores) kelimesinden türetilmiştir ve ethos gibi hem karakter ve ahlak, hem de âdet ve gelenek anlamına gelmektedir.62
Buraya kadar kaydedilen malumat çerçevesinde klasik sözlüklerdeki ahlaka dair temel etimolojik ve semantik mülahazaları şöyle özetleyebiliriz:
1. Ahlak, Arapça ḫ-l-ḳ kökünden gelmekte ve klasik lügatlarda çoğunlukla ḫuluḳ (ç. aḫlāḳ), bazen de ḫalīḳā (ç. ḫalāiḳ) sözcükleriyle karşılanmaktadır.
2. ḫ-l-ḳ kökünün hemen bütün türevleri, bu kökün temel anlamı olan taḳdīr ile ilişkilendirilmektedir.
3. Ahlakın yaygın olarak tanımlanan içeriği ile, ḫ-l-ḳ kökünün temel anlamı (taḳdīr) arasında doğrudan veya dolaylı bir semantik ilişki bulunmaktadır.
4. Klasik sözlüklerde ahlak, en genel anlamıyla ‘insanın yaratılıştan gelen kökleşmiş tabiatı’ olarak kavranmakta ve her bir insan tekine ait tabiat, fıtrat, mizaç, cibilliyet, şahsiyet, seciye ve huy gibi kelimelerle ifade edilen kişilik ve karakter özellikleriyle açıklanmaktadır. Ahlak bu yönüyle toplumsal değil de bireysel (ferdî) bir mahiyet arz etmektedir. Ayrıca her insan tekine özgü kişisel (şahsî) bir nitelik taşımaktadır.
5. Ahlak, insanın psikolojisiyle olduğu kadar fizyolojisiyle de ilişkilendirilmektedir. Sözlüklerde insan zâhiri ve bâtınıyla bir bütün olarak tasavvur edilmekte ve dışsal/bedenî yaratılış özellikleri (ḫalḳ) ile içsel/ahlâkî yaratılış özellikleri (ḫulḳ) arasında doğal bir irtibat kurulmaktadır.
6. Ahlakî niteliklerin belli ölçüde kişinin yaratılışıyla birlikte (doğuştan) tayin ve takdir edildiği tasavvur edilmektedir. Bu algı katı bir determinizm içermemekle beraber, zihnin doğuşta boş bir levha olduğu ve bireyin doğuştan ahlakî özelliklere sahip olmadığı yönündeki yaklaşımla çelişmektedir.
7. Sözlüklerde tebarüz eden anlayışa göre insanın dışsal/fiziksel yaratılış özelliklerinin (ḫalḳ) yanısıra, içsel/ahlaksal yaratılış özellikleri (ḫulḳ) de insanda yerleşik, kökleşmiş ve sabit halde bulunmaktadır. Bu anlayış, ahlakî huyların ve niteliklerin değişip değişmeyeği konusundaki kadim tasavvur ve tartışmaların sözlüklere yansıması gibi görünmektedir.
8. Ahlak, hem sözlük hem de terim anlamıyla karakter olgusunu zemin almakta ve erdem düşüncesine dayalı klasik ahlak anlayışına göndermede bulunmaktadır. Bu itibarla ahlakın klasik Arapça lügatlerdeki ‘sözlük’ anlamı ile klasik ahlak düşüncesindeki ‘terim’ anlamı arasında yakın bir irtibat bulunmaktadır. Buna göre çağdaş dönemde ahlaka yönelik ‘değerler manzumesi’, ‘ilkeler bütünü’, ‘görevler ilmi’ gibi tanımlamaların, etimolojik bir kökene dayanarak değil de felsefî sistemlerin türüne ve ilkelerine dayanarak vücut bulduğu anlaşılmaktadır.
9. Ahlakı karşılamak için kullanılan Arapça ḫuluḳ, Grekçe ethos, Latince moralis ve İbranice muṣar sözcükleri zaman zaman âdet, alışkanlık ve gelenek anlamlarını karşılamak için de kullanılmışlardır. Ahlak ile bu anlamlar arasında muhtemel semantik bir ilişkiden söz etmeye imkân veren ortak unsurlar vardır.
10. Ahlak sözcüğüne dair klasik sözlüklerdeki filolojik malumat, ahlakın yer aldığı metinlerin anlaşılması için semantik bir zemin hazırlamaktadır. Ahlakın sözlüklerdeki anlamı ve algılanışı, bu sözcüğün klasik dinî, felsefî ve edebî metinlerdeki kullanımında içkin durumdadır.
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder